Varoluşçu
felsefe ve varoluşçu psikoloji akımlarından doğmuştur. Varoluşçu düşünce, insan
iç dünyasının davranışlarına yansımasına değil; içinde bulunduğu dünyayı ve
ilişkide bulunduğu insanları da hesaba katarak bizzat insanın yaşantısına
odaklanır. (şimdi-ve-burada yaşantısı)
Günümüzde varoluşçu terapi ya da varoluşçu analiz olarak
ifade edilen bir çok psikoterapötik yaklaşım mevcuttur. Bu yaklaşımlara örnek
olarak Medard Boss’un Dasein analizi, Viktor Frankl’ın logoterapisi, Alfred
Längle’ın varoluşçu analizi sayılabilir.
Farklılıklara rağmen bu terapistlerden birçoğu aşk, ölüm,
yalnızlık, özgürlük, sorumluluk, inanç gibi varoluşun aynı temel kavramlarına
vurgu yapıyorlar. Varoluşçular için her hangi bir sınıflandırma yapmak, genel
yorumlamada bulunmak kabul edilir değildir. Her bir insanla ilişki kurulurken
sadece onun kendi hayatına odaklanarak ilerleme sağlamak mümkündür.
Varoluşçu
yaklaşımlarda kullanılan terapötik yöntemler şöyle sıralanabilir:
Kişisel farkındalık
kapasitesine sahip olma: İnsanlar kendi varlığının farkındalık yeteneğinde
olmalarından dolayı kendilerini ifade edebilmekte ve tercihler
yapabilmektedirler. Kendi kendimizin ne kadar çok farkına varır ve değerini
bilirsek bireysel mutluluk ve özgürlüklerimiz artar.
Özgürlük ve
sorumluluk: Varoluşçu yaklaşımda kişiler seçenekler arasından kendine
uygunu seçme özgürlük ve yetisine sahiptir ve kendi kaderlerini kendileri
çizerler. Yaşamda hiçbir şeyin garantisi olmamakla birlikte, bulunduğumuz
yaşantı ve konum seçimlerimizin bir sonucudur. Seçme özgürlüğümüz olduğu sürece
sorumluluklarımızı da kabullenmek durumundayız. Kötü kader asla kabul edilemez,
kişinin güvensizlik ve kişisel sorumluluklarından kaçmasıdır.
Kimlik bulma çabası
ve diğerleriyle ilişkiler: Kişinin diğerlerinin kendilerinden bekledikleri
yerine özbenlik ve varlıklarının sesine kulak verebilmeleri terapinin ana
hedeflerindendir.
Yaşamın anlamını
bulma: İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli fark yaşamın bir anlamının
olması ve bir amaç doğrultusunda mücadele edebilmesidir. Varoluşsal yaklaşım,
danışanlara yaşamlarının anlamını sorgulamalarına yardımcı olmaktadır.
Doğruluğuna yürekten inanılmayan, geleneksel değerlerce
empoze edilen değerler bireylerde sıkıntı yaratmaktadır. Bu değerlerine bağımlı
olmaktan kurtuldukları anda da kendilerini boşlukta hissedip hemen yeni
değerler oluşturamamaktadır. Yeni değer kaynaklarını keşfetmek üzere kendi
kapasitelerini ortaya çıkarmak terapistin hedeflerindendir.
Kaygı: Hayatta
kalma, yaşama, korunma, kendimizi savunma gibi doğal dürtülerimiz için
verdiğimiz çabalar insanda kaygı doğurmaktadır. Varoluş kaygısı ise hayatta
karşılaşacağımız ölüm, özgürlük, varoluşsal yalıtım, anlamsızlık gibi olgularla
yüzleşmenin kaçınılmaz bir sonucudur. Burada normal kaygı ile nörotik kaygıyı
birbirinden ayırmak gerekir. Psikolojik olarak sağlıklı olmak normal kaygının
kabul edilmesi ve mücadele etmeyi gerektirir.
Ölüm ve varoluşun
farkında olmak: Ölüm yaşama anlam getiren insanın temel gerçeğidir.
Varoluşçu yaklaşım ölüme olumsuz olarak bakmaz. Ölümden korkmak aslında
yaşamdan da korkmaktır. Ölümü düşünmeden, ölümün bir son olmadığını bilerek,
mümkün olduğunca bulunduğumuz anı yaşayarak yaşamı ve yaşamayı sevmeli ve
bilmeliyiz.
Varoluşçu Terapi,
danışanların eyleme geçme özgürlüğü ve sorumluluğunun risklerini alma
yetilerini kazandırmayı amaçlamaktadır. Danışanların özgürlüğünü engelleyen
katı kural ve alışkanlıklarından kurtulma yollarının öğretisini hedefler. Temel
felsefe sorumluluklarını üstlenerek, özgürlükten kaçış olmadığını
vurgulamaktır. Gelişim olacaksa, özgürlüğün güzel ama korku verici tarafıyla
yüzleşilmelidir.
Terapinin amacı, danışanları klasik tedavi anlayışının
dışında tedavi etmek değil, ne yaptıklarının farkına varmaları ve hayatın
kurbanı rolünden çıkmalarının farkındalığını öğretmektir.