Anlatı terapisi temel olarak anlatı teorisinden türemektedir. Anlatı terapisinin kurucuları Michael White ve David Epston’dur. Her ne kadar bu makalede anlatı terapisi ele alınacak olsa da anlatı terapisiyle aynı gelenekten türeyen ve işbirlikçi dil sistemleri terapisi olarak isimlendirilen başka bir terapi biçimi de vardır.
Her iki terapi de benzer özellikler taşımakla birlikte farklılıklar göstermektedir. İşbirlikçi dil sistemleri terapisinde yorum-bilimin (hermeneutics) etkisi gözlenirken, anlatı terapisinde yapı-sökümün (deconstruction) etkisi gözlenmektedir. İşbirlikçi dil sistemleri terapisi, anlatıyı yapı söküme uğratan anlatı terapistlerinin aksine probleme doygun hikâyeyi dışsallaştırmaya ya da yeniden yazmaya odaklanmaz. Bu terapide terapistler daha çok ayrıntılandırılmış bir diyalog üzerinde dururlar. Terapistin merak içeren soruları (bilm***pozisyonu) danışanın farklı perspektifleri benimsemesini sağlamaktadır. Anlatı terapisi kurucularının mesleki arka planları ve ilgileri, anlatı terapisinin şekillenmesinde etkili olmuştur. White, sosyal hizmet uzmanı ve aile terapisti iken; Epston, sosyolog ve antropologdur. White ve Epston, bireycilikten beslenen ve problem için bireyi suçlayan bütün terapi biçimlerini bir kenara iterek, psikoterapi alanına hâkim olan psikolojik, psikiyatrik, sistemik vb. bütün yaklaşımlardan uzaklaşmışlardır Postmodern bir yaklaşıma dayanıyor olması nedeniyle, anlatı terapistleri için tek ve evrensel bir doğru yoktur. Doğru ve gerçekler içinde bulundukları bağlama göre ele alınıp değerlendirilir. Anlatı terapisi ne özcü ne yapısal ne psikodinamik ne de sistemiktir. Anlatı terapisi; gelişimsel modellerin, benliği tekilleştiren kuramların ve psikolojik testlerin kullanımını savunmaz. Bu nedenle anlatı terapisinin, klasik sosyal hizmet uygulamalarından ve psikoterapilerden farklılaştığı söylenebilir. Anlatı terapisi yaşama dair evrensel açıklamalar ve insan doğasına dair evrensel sınıflamalar yapma amacında değildir
Anlatı terapisi, yardım meslekleri içinde öncelikli konuma sahip olan yaklaşımları yapı sökümüne uğratan postmodern ve inşacı hareketle birlikte gün yüzüne çıkmaya başlamıştır. Orijinal olarak sosyal inşacılık yaklaşımına dayanan ve aile terapilerinden hareketle geliştirilen anlatı terapisi, insanların
“hikâyeleştirilmiş hayatlar” yaşadığı düşüncesini ön plana alır. Postmodern fikirler etrafında geliştirilen anlatı terapisi; sosyal inşacılık postyapısalcılık gibi kuramsal dayanaklara sahiptir. Anlatı terapisinin kuramsal dayanaklarının ortak noktası; objektif bir gerçekliğin olmadığı, bütün bilme edimlerinin birer yorumlamadan ibaret olduğu ve insanların gerçeklikleri sosyal olarak inşa ettikleri şeklindeki postmodern iklimdir. Freedman ve Combs anlatı terapisinin temel aldığı teorik çerçeveyi dört temel argüman üzerinden özetlemektedir. Bu argümanlar 1) gerçeklikler sosyal olarak inşa edilir; 2) dil, gerçekliği inşa eder; 3) gerçeklikler, anlatılar aracılığıyla organize edilir ve sürdürülür; 4) tek bir doğru yoktur. White ve Epston anlatı terapisini “metin analojisi” üzerinden açıklamaktadır. Bu yaklaşıma göre, insanların yaşamlarına yükledikleri anlamı belirleyen şey kendileriyle ilgili inandıkları ve anlattıkları öykülerdir. Dolayısıyla bu yaklaşıma göre insanların ifade ettikleri, anlatılan öykü içinde anlamlı olarak değerlendirip seçilenlerdir. Bu yaklaşıma göre, modernist yaklaşımların ifade ettiğinin aksine bireyin dışında nesnel olarak var olan bir gerçeklikten bahsedilemez. Metin analojisi anlatı terapisinin merkezinde yer alır. Metin analojisi, anlatı terapistlerinin dünyayı nasıl gördüğünü ve insan problemlerini çözmek için ne tür adımlar attığını açıklayan bir mantık çerçevesi sunmaktadır metin analojisini diğer analoji biçimleriyle kıyaslay***aktarmaktadır. Metin analojisi, diğer bazı analojilerin aksine objektif gerçekliği yansıtma iddiasında olan bir analoji değildir. Örneğin pozitivist fiziksel bilimler kendi alanlarındaki “problem”i bir “bozulma, etkin olmama, zarar” şeklinde kodlamakta ve problemin çözümü için “nedenleri izole etme, hassas analizler, tamir etme ve yeniden yapma” gibi etkinliklerini öne sürmektedir. Ancak metin analojisine göre sosyal organizasyonların ifade ediliş biçimi bir “davranışsal metin” şeklinde ve problemin inşa ediliş biçimi ise “dominant hikâye ya da bilginin performansı” şeklindedir. Metin analojisine göre problemin çözümü ise “alternatif hikayelerin yeniden oluşturulmasına alan yaratma” şeklinde olmaktadır. Bu analojide davranıştan çok davranışın ortaya çıktığı anlatı ön planda tutulmaktadır. “Problem”, dominant hikâyenin ya da bilginin performansında ortaya çıkan sorunların bir sonucu olarak ele alınmaktadır. Gerçekliğin objektif olarak bilinemeyeceğine ilişkin bir teorik arka plana sahip olan bu analojide doğal olarak, hikâyeyi bilen kişinin hikâyeyi yeniden oluşturması “çözüm” olarak sunulmaktadır. Bu nedenle bu analojiye göre bireylerin etkileşimi “temel bir anlatının etrafındaki okuyucuların etkileşimi” olarak ele alınmaktadır. Bu analoji aynı zamanda metin okuma ve yazma bakımından yaşantı ve ilişkileri yeniden oluşturma imkânı sunmaktadır. Daha açık bir ifade ile herhangi bir metnin yeniden okunması, o metnin yeniden yorumlanması anlamına gelmiş olup, aynı zamanda o metnin yeniden yazılmasını içermektedir. Bu nedenle metin analojisinin hem sosyal inşacı hem de post-yapısalcı fikirlerin anlatı terapisine hâkim olmasını sağladığı ifade edilebilir. Metin analojisinde bireyin etkileşimleri, spesifik bir metin okuyucunun etkileşimleri olarak kodlanmıştır. Bir olay, metnin okunması ve yazılması olarak ele alındığında, yeniden okunabilen bir metinin aynı zamanda yeniden yazılabileceği gerçeği ortaya çıkmıştır. İşte bu mantıksal çıkarım anlatı terapisinin başlangıç noktasıdır.
Anlatı terapisti, danışanın kapasitesine büyük bir önem atfeder. Bunu yaparken, danışmanın rolü minimize edilir ve bireyin yeni anlatısını inşa etmede işe yarayacak bilgilerin keşfedilmesi için ortaklaşa çalışılır. Danışman her ne kadar duyarlı olursa olsun, danışanın anlatısını danışandan daha iyi bilemez. İnsanların yaşantıları sayısız tecrübeden meydana gelmektedir. İnsanlar bu deneyimleri organize ederek yaşantılarını anlamlı kılarlar. Bu olaylar ve deneyimler bireylerin yaşantılarını oluşturan anlatılar ya da öykülerdir. Anlatı terapistiyle karşılaşan bir birey, kendi yaşantısıyla ilgili unutulmuş hikâyeleri tekrar hatırlayarak yeni bir yaşantı inşa etmeyle karşı karşıya kalmaktadır. Bu hikayeler zaman zaman olumlu, bazen acı veren ve bazen de tamamlanmamış anlatılardan oluşabilir.